Bursa Şehir Tiyatrosu’nun şansı Ali Düşenkalkar: “Tiyatro insanı tutkuyla ilerler”
Pek çok dizi, sinema ve tiyatroda yer aldığı rollerle büyük bir hayran kitlesine sahip olmayı başaran usta oyuncu ve yönetmen Ali Düşenkalkar, başarılı yapımlarda adından sıkça söz ettirmeyi sürdürüyor. Başarısı bununla da sınırlı kalmayan usta oyuncu, Bursa Şehir Tiyatrosuna Genel Sanat Yönetmeni olarak görev aldı. Kariyerinde göz ardı edilemeyecek bir başarı hikâyesine sahip olan oyuncu Düşenkalkar, günlük hayatıyla ilgili özel açıklamalarda da bulundu.
“HEPSİ GÜLÜMSETEN VE TATLI ANILAR”
Pek çok dizi, sinema ve tiyatroda oynadınız. Bu kapsamda uzun yıllar boyunca unutamadığınız bir anınız var mı?
Tabii ki var. Seyircimiz çok enteresan. Dışarıda ilginç karşılaşmalarım oluyor. Mesela, ‘Hanımın Çiftliği’nde oynarken, insanlar beni yolda görüp ‘Hanımın Çiftliği?’ ya da ‘Gönül Dağı’ diyorlar. ‘Efendim?’ diyorum. ‘Siz Gönül Dağı’sınız,’ diyorlar. Ben de ‘Hayır, ben Gönül Dağı değilim, orada bir rol oynadım,’ diyorum. Sonra ‘Neydi o rol?’ diye hatırlamaya çalışıyorlar. Ne rolün adını ne de benim adım akıllarına geliyor. Benim adımı zor akıllarında tutuyorlar zaten. Çok basit olduğu için. ☺ Bunlar tabii hep gülümseten ve tatlı anılar. Bunun dışında çokça sevdiklerini de belli ediyorlar, sağ olsunlar. Mesela yanaklarımdan öpenler oluyor veyahut elimi öpenler de var. Yaşım gereği beyazlarımda görünürde olduğu için ‘ağabey, dede, amca’ diyenler de oluyor. Bu tür ilginç ve tatlı durumlarla karşılaşıyorum.
Bu zamana dek, rol aldığınız yapımlar arasında ‘iyi ki yer aldım’ dediğiniz hangisi oldu?
Adana’da çektiğimiz ‘Hanımın Çiftliği’ ve ‘Dila Hanım’ benim için çok özel. Çünkü Adana’da kalmamız dört yıl sürdü. Ayrıca ‘Gönül Dağı’ da çok önemliydi. Gönül Dağı dizisine salgın döneminin göbeğinde başladık. Hatta ilk salgın olanlardan biriydim. Aynı zamanda o dönemde Nilüfer’de Genel Sanat Yönetmeniydim. Eskişehir’den Bursa’ya geldim o zaman. Uzun bir süre Bursa’da lojmanda kalıp kendimi izole ettim. Kimse yoktu, yalnızdım.
“DİZİDEN ŞARTLAR NEDENİYLE AYRILDIM”
Peki, Gönül Dağı dizisinden neden ayrıldınız?
Dizi çok güzel bir işti, ama anlaşmazlıklar nedeniyle ayrıldım. Benim serüvenim üç buçuk yıl sürdü ancak halen devam eden güzel bir iştir Gönül Dağı. Ben şartlar nedeniyle ayrıldım. Orada hala görüştüğüm arkadaşlarım var. Sonuçta dizi apayrı bir sektördür. Bu sektörde var olmak önemli. Ama çekimler Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde yapılıyordu. Benim için İstanbul’dan uzak kalmak da zordu. Şartları da kötüye doğru gitti ve ayrıldım.
“TİYATRO İNSANI NE YAPACAĞINI ÖNCEDEN KESTİREBİLİR”
Tiyatronun günümüzdeki durumu hakkında neler düşünüyorsunuz? Ve yetenekli gençlere vereceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Herkes tiyatro insanı olmak zorunda değil. Yetenekli gençler ve tiyatro sevdalıları olanlar bu anlamda yaşama nasıl tutunacaklarını biliyor. Mesela tiyatro kurslarına giderek kendilerini geliştirebiliyorlar. Ya da tiyatronun kalbinin attığı şehirler İstanbul ve Ankara’ya giderek oradaki okullarda eğitilebiliyorlar. Sözün kısası; tiyatro insanı ne yapacağını önceden kestirebilir. Böyle bir dertleri varsa zaten hemen yol alıyorlar.
“TİYATRO İNSANI BİLİYORSA BIRAKMAZ”
Peki, tiyatroya heves etmiş birçok genç var aslında. Bu alandaki okullara başvurabilmek için mülakat sınavlarına giriyorlar ancak olumsuz sonuç olduğunu belirtiyorlar. Bu durumdaki gençler mücadelelerine devam mı etmeli yoksa vazgeçerek başka bir sektöre yönelmeliler mi sizce?
Kesinlikle haklısınız. Bence derhal bırakmaları gerektiğini kanısındayım. Bu dediğiniz örnek aslında çok önemli. Son zamanlarda garip bir durum söz konusu. İnsanlar, oyuncu olmak için geliyor gibi görünseler de hepsi dizi ya da sinemayı düşünüyor. Bu yüzden bence bazıları da okulun onlara katacağı değerlerin olduğunu fark ederek başvururlarsa, bu daha doğru olur. Bu anlamda, tiyatro okullarını diğer sektörlere geçiş için amaç olarak kullanmasalar çok iyi olur. Ama öte taraftan da hiç kimseye sen bu işi yapma dememek lazım. Çünkü gerçekten konservatuar okumamış olmasına rağmen çok önemli aktörler yetişebiliyor. Devlet Tiyatrosu’nda beraber çalıştığım Ahmet Uğurlu, Mustafa Uğurlu, Zafer Algöz, Ali Sürmeli, Erkan Can gibi dostlarım konservatuar okumamış ancak Ahmet Refik Paşa Tiyatrosu’nda kendini yetiştirmiş çok önemli isimler. Peki, biraz önceki sorunuza dönelim; Tiyatro insanı, bu işi bir sevda olarak görüyorsa bırakmaz. Bilen yolunu bulur, tutkuyla ilerler. Ama deneme amaçlı ya da zoraki girenler için tiyatro doğru bir alan değil. Eğitimle ya da kendi çabasıyla bu işi yüreğinde hisseden çok yetenekli insanlar yetişiyor.
Sizi takip eden hayranlarınızız ve dışarıdan bakıldığında çok pozitif ve iyimser bir hayatınız var. Ancak günlük hayatınızda mutlaka sorunlarla karşılaşıyorsunuzdur. Mesela, bir gününüz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?
Açıkçası Bursa’da yoğun bir tempodayım. Prodüksiyonlarla ilgileniyorum. Her detayla ilgileniyorum; dekor, kostüm, müzik… Eve nadiren gidiyorum, İstanbul’a çok az uğrayabiliyorum. Akşam eve gittiğimde genelde hızlı bir yemek yapıp uyuyorum. Dün mesela makarna yaptım. Basit ama güzel çözümler işte. Kendime bakmaya çalışıyorum.
“YÖNETMENLİĞİ ÇOK SEVİYORUM”
Usta oyunculuğunuzun yanı sıra yönetmenlik, seslendirme ve iletişim alanında verdiğiniz derslerle biliniyorsunuz. Bu alanların arasında kendinizi en yakın hissettiğiniz hangisi?
Yönetmenliği çok seviyorum ama seslendirmeyi çok ilginç buluyorum. Seslendirmeyi ‘yedek parça yan sanayi’ olarak tanımlıyorum. Çünkü önceden çekimi yapılmış ve hazırlanmış filmin, Türkçe söyleyeni oluyoruz aslına bakarsanız. Yani bir yan yol parçayız diyebilirim. Onun için seslendirmeye ‘yedek parça yan sanayi’ derim.
“ÇALIŞMAK BAŞARININ ANAHTARIDIR”
Sizin başarıya olan bakış açınız nedir?
Başarılı olmaya çalışmak için de çalışmalıyız. Örneğin, ben bir hedef koydum. Yani şehir tiyatrosu kendine yakışır bir şekilde, şehrin tiyatrosu olma meselesini tamamlayacak. Bunun için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Çok çalışmak, başarıyı getirir.